18 Şubat 2019 Pazartesi

Ranza

Tüm ilk gençliğim doğuştan default olarak geldiğini sandığım melankolimin arkasındaki gerçek sebebi aramakla geçti. Öyle ya, bir şeyler olmuş olmalıydı, ben küçükken, bit kadarken, hafızamın yetmediği dönemlerde içime işlemiş bir şey olmalıydı ki ben böylesine zamandan, ölmekten, yitmekten korkayım.

Ah insan beyni öylesine büyüleyici bir yer ki... Öyle dipsiz kuyular, öyle dehlizler var ki... Öylesine sürprizler var ki insanı bekleyen... Öyle anılar var ki travma olduğundan bihaber... Bazısı tam gözünün önünde senelerce durur. Ben onun varlığının farkındayımdır, insanlara anlatmışımdır. Normalde en derin yaralarını saklamayı marifet sanan ben ne hikmetse bu ilk yaramı hiç çekinmeden herkesle paylaşmışımdır Fiziksel bir yara olduğu için mi? Gerçekten yere tüm hızıyla somut bir şekilde çakıldığım için mi?

En güçsüz hissettiğim dönemlerde insanlar beni çok güçlü sanarladı. Oysa ben evden okula, okuldan eve dönüşlerimde zihnimin derinlerine iner, bir travma bulmaya çalışırdım. Sanki bulsam, tespit etsem bir anda mutlu bir insan olacak ve geçip giden zamandan bu kadar korkmayacaktım. Hiçbir zaman bulamazdım. Çocukluğuma dair hatırladığım bölük pörçük birkaç anıdan her biri sıradan gözükürdü gözüme. Gözümün önünde dururlar, etrafında dolaşır ama hiçbirini tekrar ziyaret etmezdim. Hep daha fazlasını, daha büyüğünü beklerdim. Öyle olmalı sanardım.

O yüzden seneler sonra -evet 25 küsür sene sonra- dudağımda çıkmış uçuğumla, çocuksu düz kesim kahküllerimle işyeri tuvaletinin aynasında aksimi gördüğümde birden gözyaşlarına boğulmam benim için de sürpriz oldu. Oysa rüyalarımda vardı bu. Rüyalarım, iç dünyam, evden okula okuldan eve dönüşlerim, diş tellerimin hikayesi bana demekteydi: Bak işte bak buradayım. Neden görmek istemiyorsun? Boşuna başka yerlerde debeleniyorsun. Ben buradayım. Sen küçücüktün, kuzenin seni yüksek bir yere koyup atlamanı istedi senden, sana seni tutacağını söyledi, sen ona inandın ve yere çakıldın. Seni tutmadı, bile isteye tutmadı. Ağzın yüzün şişti, yıllar sonra çenende hasar bıraktığını, diş teli takman gerektiğini öğrendin. Bunların belki de hiçbiri o kadar da önemli değildi. Sana ilk yalan o zaman söylendi. Ve sen inandığın o ilk yalanın bedelini yere çakılıp bilincini yitirmenle ödedin. O günün fotoğraflarında dudağın patlak ve şiş, kahküllü saçlarının ardından gözlerin gülümsemeyecek. Bir şeyler kırılacak içinde, sen bilmeden. Bu hatıranın hayaleti seni yıllarca rahat bırakmayacak ama sen anlamayacaksın bile çünkü bambaşka yerlere bambaşka şeylere dönüşecek.

İşin ilginç kısmı aslında bundan sonra başlıyor. Benim kimseye inanmamam ve güvenmememle... Bir yerlerden atlanacaksa biri beni itmeden, biri beni kandırmadan kendi isteğimle atlamamla... Hayatımda attığım cesaret dolu gözüken her adımda aslında düşmekten ölesiye korkan küçük bir kız çocuğu var. O küçük kız çocuğu bir başkası ona zarar vermeden, ne olacaksa olsun dercesine, atlıyor bilinmezliğe. Yere çakılacaksam da kendi kararımla olsun diyor.

Küçük basit önemsiz gözüken şeylerin gücü karşısında eğiliyorum. Ve Orçun abi seni affetmiyorum.