6 Mayıs 2014 Salı

Cebime bir anahtar kaçtı.

Yağmur yağıyordu. Yürüyordum. Ellerim ceplerime gitti. Ellerimle bazen ne yapacağımı bilemem, nereye koysam yakışmaz. Ceplerimde dursun bari derim. Cebimde anahtarlarım... Anahtarlar geldi avuç içime. İstemsiz içlerinden birini yokladım. Küçük anlık bir kalp krizi sonra... Çığlık atmamak için kendimi zor tuttum. Panikle çıkardım anahtarları sol cebimden.

Yoktu.

Hıçkırarak baktım ellerimdeki anahtarlara...

Orada olmayan bir anahtar... Ahşaptan yapılma bir yuvaya giren, uzun, altın sarısı, eski püskü bir anahtar...

Kendisi bir evin kapısını günde en az bir kere açardı bir zamanlar eğer kapının arkasında tıpkısının aynısı bir örneği yoksa. O örneği ki evin diğer sahibesine aittir.

Takılı olduğu anahtarlıkta diğer anahtarların yanında hemen seçilir, çantamda kaybolsa şu an dahi parmak uçlarımda hissettiğim değişik dokusuyla kolayca bulunurdu. Arkadaşlar gördü mü "Bu ne böyle? Koçak malikanesinin anahtarı mı? Gizli zengin seni!!" derler, bıktırana kadar şakasını yaparlardı.

Yağmurlu bir akşamüstü, binlerce kilometre uzakta cebime girmişti işte yeniden. Bir anlığına da olsa...

Zihnimin benle oyun oynamasına alıştım ama ellerim... Ellerim benimle neden alay ediyor? Yorulmadılar mı hem sonra onlar da? Onca yoldan, yalnızlıktan, soğuktan sonra...

Ben, o anahtarın kapısını açtığı evden gideli çok oldu anahtarı ve daha birçok şeyi geride bırakarak. İkiz anahtarların diğerinin sahibi bu diyardan göçüp gideli çok oldu. Sonra başkaları geldi, oturdu o eve. Ve sonra öğrendim ki kilidini değiştirmişler evin. Hem eskiymiş, hem güvensiz...

O anahtar artık hiçbir kapıyı açmıyor.