25 Şubat 2018 Pazar

Geri geri yürüme sanatı

Yok aynı kırmızı valiz değil. Bir başkası. Bana ait değil. Ödünç alınmış. Çünkü sığamadım sırt çantama. Çünkü tek bir sırt çantasıyla çıktığım yolculuk yine evde son buldu. O ev ki annemin babamın deyimiyle ne olursa olsun fizana da gitsem bizim hepimizin evidir. O ev ki adres değişikliğine rağmen değişmez, yıkılmaz, ayaktadır, bizi bekler. O evden çıkarken de ne kadar alsam yanıma kardır gibi hep bir şeyleri bir şeylere katarak çoğaldıkça çoğalırım. Omuzlarım ağrır, ama olmazsa olmazdır da.

Uçak yolculuklarında artık elimde kalem defter yok. Üşengeçlik mi? Alışmak mı? Sonra neyden üşenmek, ya da neye alışmak? Uyudum. Bolca uyudum. Hem odamda hem uçakta. Gözlerimi dinlendirdim işte. Sonra döndüm yine kuytu köşelerde kalmış, saklandığım kendime.

Dönüp dolaşacağım ne var ne yoksa hepsinde kendimi taşıp dururum zaten. Olmaması gerekenler olması gerekenlere ağır basarken ben de durur düşünürüm, tüm bunlar neden oldu? Neden engel olamadık? Hiç olmazsa birini durdursaydık, hiç olmazsa birini kurtarsaydık kendimizden?

Ben kırmızı valizlere sığamam dedikçe hep bir başka kırmızı valizin içinde oradan oraya savruldum. Benim bu sızlanmalarım çocukça geldi onlara. Sızlanmamalı, ağlamamalı, küsmemeli ve asla geriye bakmamalıydım. Benden beklenen, benden arzulanan sadece buydu. Oysa benim geri geri yürümeyi öğrenmem tüm bunların eseriydi. Durmuyordum. Evet. İlerliyordum. Evet. Nereye gittiğimi bilmeden. Evet. Geride kalanlarda mıydı gözlerim? Evet.