14 Mart 2014 Cuma

Kahramanlar da ölür, zaferler de kaybedilir.


Yoksul doğmadı insan
Doğamazdı
Bebekler bir gün katil olacaklarını bilemezdi
Yine de kapı eşiğine çökmüş adam bir akşamüstü
Aklında kendini asmanın telaşı
Ama yoksul doğmadı ki insan
Katil hele hiç
Düşündü adam
Hıdrellezi karşılamaya yakın
Yeni bir özdeyişin öznesi olarak:
Kahramanlar da ölür


Gün onların günü, zafer onların zaferi… Etrafımda hızla biriken coşkulu kalabalığa rağmen olduğum yere mıhlanmış, sessizce olup biteni izliyorum. Hayır, ağlamıyorum. Ağlayamıyorum, tüm bu olup bitenlerden sonra ağlayamıyorum. Kalabalık birikmeye, tutkuyla ilerlemeye devam ediyor. Elleri yumruk yumruk, tek bilek… Coşkulu nidalar yükseliyor alabildiğine. Kocaman bir karanlığın örttüğü bu kalabalık salyalarını akıta akıta zaferlerini kutluyor, bense bir köşede tek bir çıt bile çıkarmadan sadece izliyorum. Eskiden olsa diyorum. Eskiden olsa… Ama artık mecalim yok. Hem artık daha da kötüsü cesaretim yok. Bir uğultu yükseliyor. Bir alkış tufanı… Kalabalık kahramanlarını alkışlıyor. Hayır, onlar benim kahramanım değiller. Benim, bütün kahramanlarım öldüler. Evet, biliyorum: Kahramanlar da ölür.

Her şey hemen olmadı. Yavaş yavaş, alıştıra alıştıra girdiler kanımıza. Susmamamız gerektiğini biliyordum. Susmadık da inan olsun. Ama susturulmanın, hem de böylesi susturulmanın keskin bir sarhoşluğu var. Hani sarhoşken, kafası dumanlıyken insan olur olmadık yerlere çarpıp incittiğinde canını, örselediğinde etini acısı ayıklıkla beraber gelir ya. Bizlerinki de öyle oldu. Ayılınca birden bire omuzlarımıza yüklenmiş bin bir acıyla bulduk kendimizi.

İlk sokakta oldu. Yürüyordum. Saç diplerim korkunç bir acıyla bin yıllık uykusundan uyandı. Karanlık bir el saçlarımdan yakaladı beni. Başım aşağı yukarı saçlarımla sarsılırken ve omuzlarımdan düşen bedenim yerlerde sürünürken artık taraf olduğumuzu biliyordum. Biz ve onlar vardı artık. Biz ve onlar taraftık artık.

Yerde boylu boyunca uzanan bu beden benim bedenim mi diye düşündüm uzunca bir süre. Mideme hafif aralıklarla inen tekmeleri kafamda bir sistematiğe oturtmaya çalıştım sonra. Saat sesi ya da bir kalp atışı gibi… Bir darbe daha… Kısa bir sessizlik ve bir tane daha… Saçlarımda usulca akan sıcaklığı hissettim. Kaldırımda sessizce mazgallara doğru akan bu kan benim kanım mıydı? O bile yolunu bulurken nasıl olurdu da yolundan şaşabilenler olurdu. Gözlerim kararırken ve artık mideme inen tekmeleri saymayı bırakmak üzereyken kahramanlarımla tanıştım. Onlar da taraftılar. Taraf olmak zorundaydılar.

Sloganları gayet net duyuyorum. Dün neydilerse bugün de öyleler. Azgınlara, yolundan şaşmışlara gerekeni yaptık diyorlar. Yaptılar da inan olsun. Dün yapacağız diyorlardı yaptılar da inan olsun. Artık bir yol, umuda giden bir yol yok. Ama iyi tarafından da bakmak gerek. Artık ya zafer onların olursa endişesi de yok. Artık her şey neticelendi. Artık her şey aydınlandı. Önümde bir grup çocuk, gözlerinde nedenini bilmedikleri bir nefret… “Bir ideali yıkmak isterlerse önce çocukları öldürürler.” demişti kahramanım. “Çünkü çocuklar en hayalperest olanlardır. Çünkü çocuklar en cesur olanlardır.” Anladım ki çocukları sadece öldürmekle kalmıyorlar, onların ruhlarını da esir alıyorlar. Hani, ne yaşanmıştı kitapta. Adam, düzene karşı çıkar. Düzenin değişmeyeceğini bile bile üstelik... Sırf karşı çıkabilme ihtimaline inanabilme uğruna, sırf o ona öğretilmeyen başka bir düzen olabileceği ihtimaline inanabilme uğruna… Ama umut bir kere terk ettiyse evrenini terk etmiştir. Nitekim öyle de oldu mu insan kendini bir kestane ağacının altında sadece düzenin bir çarklısı olarak bulmakla kalmaz, düzeni severken de bulur. Belki de düzenin sana yapabileceği en büyük kötülük de budur.
Ama çocuklar, ama onlar sadece çocuklar…

Beni iteklemiyorlar, beni yerlerde sürüklemiyorlar. Taşlarıyla sopalarıyla üstüme yürümüyorlar. Artık o devreler geçti. Artık beni önemsemiyorlar. Artık bizim bir şeyler değiştirebileceğimize kanaat getirmiyorlar.

Bir garip kalp ağrısı şimdi geriye kalan… Her hatırlayınca içimde çöreklenen bir garip sızı… Kahramanlarımın beni baygın yattığım kaldırım taşından kucakladıklarında midemin orta yerinde hissettiğim ağrılardan değil bu ağrı. Bir garip kalp ağrısı işte… Kahramanlarım yitip gitmişken ben tüm bu yenilginin hayal kırıklığını yaşamak zorundayım. Her sabah yatağımdan doğrulduğumda tüm kahramanlarımın ölmüş olduğunu hatırlayıp, tüm ideallerimizin yıkılmış olduğu gerçeğini anımsayıp olduğum yere yığılmalıyım.

Ayıldığımda gözlerini gördüm kahramanımın. Bu gözler asla yanılmaz dedim. Bu gözler asla yenilmez. Burnumun ucunda keskin bir zift kokusu, damaklarımda patlayan dudağımın kanı onun gözlerini görünce tüm acımı unuttum. Bir yarın olduğuna inandım. Damarlarımda davanın aktığını hissettim.

O gece… O geceden bahsetmek istemiyorum aslında. Hayallerimize ve gençliğimize balyoz gibi inen o gecede beni nasıl sağ bıraktılar bilmiyorum. Bildiğim tek şey, o küçük odada tüm insanlık suçları birbirini kovalarken odada bulunan o diğer kişinin ellerinde kan vardı. Benim kanım, kahramanlarımın kanı, tanımadığım, tanıyamadığım, hiç tanıyamayacağım insanların kanı…
“Ellerinde kan var.”diyorum. Ense köküme derin bir sancı iniyor. “Ellerinde kan var” Yere doğru kapaklanıyorum. Suratımda betonun keskin soğukluğu… Ama hala “Ellerinde kan var.” Şakaklarımda patlamayı bekleyen namlunun sessizliği… Yine de “Ellerinde kan var. Kokusu asla çıkmaz.” Beni nasıl sağ bıraktılar bilmiyorum.

Kutlamalar devam ediyor. O gecenin canlandırması, bir müsamere… Ön saflarda çocuklar. Yüzlerinde heyecanla karışık bir haz duygusu… Midem bulanıyor. Renk vermiyorum ama.
Kahramanlarının dillerinde şehitlerine methiyeler… Galiba kalbimin orta yerine sonsuza değin mıhlanmış o düğüm yukarılara doğru yol alıyor, kaşlarımın ortasında bir yerde göz pınarlarımı buluyor. Koyuversem gözyaşlarımı bir şey olmaz. Başka ağlayanlar da var nasıl olsa. Onlar kendi şehitlerine ağlıyorlar. Ben kahramanlarıma, ideallerime, hayallerime, yenilgime, hayal kırıklıklarıma, onların zaferine ağlıyorum. Beni neden sağ bıraktılar? Gösteri devam ediyor. İstikamet şehitlikler… Onların şehitlikleri, bizlerinse toplu mezarları var. Beni neden sağ bıraktılar? Şakağımda namluyu hissettim, bir kere kan gördüm. Beni neden sağ bıraktılar?

Kahramanımın gözleri asla yanılmaz, asla yenilmez. O küçük odadan, sırayla herkesin o küçük odaya alınmayı beklediği soğuk, endişenin ter kokusuna karıştığı o izbeye doğru sürüklenirken duyduklarımı duymazlıktan geldim. İnsanlık suçları birbiriyle yarışıyordu. Sürgü kapının dışından sürüldüğünde odaya hâkim o sessizlik canımı sıktı. Çok geçmeden kahramanımın gözlerini gördüm. Kana bulanmış yüzünde korkudan eser olmayan tek yerdi. Onun gözleri asla yanılmaz, asla yenilmez. Feri sönmüş dahi olsa. Kapatmaya kıyamadım. Baksın istedim. Her şey bitmiş olsa da görsün istedim. Gözü arkada kalmasın istedim.

Kalabalık yavaştan dağılıyor. Bugünlük gösteri yeter. Eve giden yolumda eski birkaç anıyı kurcalıyorum. Dudaklarıma bir gülümseme yerleşiyor. Gökyüzünde her şeye inat bir kızıllık... Bir an için unutsam tüm o diğer olanları bu birkaç anıyla evin yolunu gözüm kapalı bulurum. Yüreğime umudu yeniden sokar, sokakta çocuklarla şakalaşır, evde kitapların arasına gömülür, toplanma saatinin yaklaşmasına yakın çayı demler, kapı zilinin çalmasını beklerim. Dar sokakları arşınlarken kahramanlarımla hararetli hararetli tartışır, başımıza geçen Cuma yediğimiz o okkalı sopayı bile gülerek anlatabilirim. Sokakta yediğim o ilk dayağın acısını bile unutabilirim. Çünkü benim kahramanımın gözleri asla yanılmaz, onun gözleri asla yenilmez. Feri sönmüş dahi olsa… Ama bir dakika… Gün onların günü değil mi? Zafer onların zaferi, devrim onların devrimi…

Not: 2009'da yazdığım küçük bir hikayedir bu.