Yoksul
doğmadı insan
Doğamazdı
Bebekler
bir gün katil olacaklarını bilemezdi
Yine de
kapı eşiğine çökmüş adam bir akşamüstü
Aklında
kendini asmanın telaşı
Ama yoksul
doğmadı ki insan
Katil hele
hiç
Düşündü
adam
Hıdrellezi
karşılamaya yakın
Yeni bir
özdeyişin öznesi olarak:
Kahramanlar
da ölür
Gün
onların günü, zafer onların zaferi… Etrafımda hızla biriken
coşkulu kalabalığa rağmen olduğum yere mıhlanmış, sessizce
olup biteni izliyorum. Hayır, ağlamıyorum. Ağlayamıyorum, tüm
bu olup bitenlerden sonra ağlayamıyorum. Kalabalık birikmeye,
tutkuyla ilerlemeye devam ediyor. Elleri yumruk yumruk, tek bilek…
Coşkulu nidalar yükseliyor alabildiğine. Kocaman bir karanlığın
örttüğü bu kalabalık salyalarını akıta akıta zaferlerini
kutluyor, bense bir köşede tek bir çıt bile çıkarmadan sadece
izliyorum. Eskiden olsa diyorum. Eskiden olsa… Ama artık mecalim
yok. Hem artık daha da kötüsü cesaretim yok. Bir uğultu
yükseliyor. Bir alkış tufanı… Kalabalık kahramanlarını
alkışlıyor. Hayır, onlar benim kahramanım değiller. Benim,
bütün kahramanlarım öldüler. Evet, biliyorum: Kahramanlar da
ölür.
Her şey
hemen olmadı. Yavaş yavaş, alıştıra alıştıra girdiler
kanımıza. Susmamamız gerektiğini biliyordum. Susmadık da inan
olsun. Ama susturulmanın, hem de böylesi susturulmanın keskin bir
sarhoşluğu var. Hani sarhoşken, kafası dumanlıyken insan olur
olmadık yerlere çarpıp incittiğinde canını, örselediğinde
etini acısı ayıklıkla beraber gelir ya. Bizlerinki de öyle oldu.
Ayılınca birden bire omuzlarımıza yüklenmiş bin bir acıyla
bulduk kendimizi.
İlk
sokakta oldu. Yürüyordum. Saç diplerim korkunç bir acıyla bin
yıllık uykusundan uyandı. Karanlık bir el saçlarımdan yakaladı
beni. Başım aşağı yukarı saçlarımla sarsılırken ve
omuzlarımdan düşen bedenim yerlerde sürünürken artık taraf
olduğumuzu biliyordum. Biz ve onlar vardı artık. Biz ve onlar
taraftık artık.
Yerde
boylu boyunca uzanan bu beden benim bedenim mi diye düşündüm
uzunca bir süre. Mideme hafif aralıklarla inen tekmeleri kafamda
bir sistematiğe oturtmaya çalıştım sonra. Saat sesi ya da bir
kalp atışı gibi… Bir darbe daha… Kısa bir sessizlik ve bir
tane daha… Saçlarımda usulca akan sıcaklığı hissettim.
Kaldırımda sessizce mazgallara doğru akan bu kan benim kanım
mıydı? O bile yolunu bulurken nasıl olurdu da yolundan
şaşabilenler olurdu. Gözlerim kararırken ve artık mideme inen
tekmeleri saymayı bırakmak üzereyken kahramanlarımla tanıştım.
Onlar da taraftılar. Taraf olmak zorundaydılar.
Sloganları
gayet net duyuyorum. Dün neydilerse bugün de öyleler. Azgınlara,
yolundan şaşmışlara gerekeni yaptık diyorlar. Yaptılar da inan
olsun. Dün yapacağız diyorlardı yaptılar da inan olsun. Artık
bir yol, umuda giden bir yol yok. Ama iyi tarafından da bakmak
gerek. Artık ya zafer onların olursa endişesi de yok. Artık her
şey neticelendi. Artık her şey aydınlandı. Önümde bir grup
çocuk, gözlerinde nedenini bilmedikleri bir nefret… “Bir ideali
yıkmak isterlerse önce çocukları öldürürler.” demişti
kahramanım. “Çünkü çocuklar en hayalperest olanlardır. Çünkü
çocuklar en cesur olanlardır.” Anladım ki çocukları sadece
öldürmekle kalmıyorlar, onların ruhlarını da esir alıyorlar.
Hani, ne yaşanmıştı kitapta. Adam, düzene karşı çıkar.
Düzenin değişmeyeceğini bile bile üstelik... Sırf karşı
çıkabilme ihtimaline inanabilme uğruna, sırf o ona öğretilmeyen
başka bir düzen olabileceği ihtimaline inanabilme uğruna… Ama
umut bir kere terk ettiyse evrenini terk etmiştir. Nitekim öyle de
oldu mu insan kendini bir kestane ağacının altında sadece düzenin
bir çarklısı olarak bulmakla kalmaz, düzeni severken de bulur.
Belki de düzenin sana yapabileceği en büyük kötülük de budur.
Ama
çocuklar, ama onlar sadece çocuklar…
Beni
iteklemiyorlar, beni yerlerde sürüklemiyorlar. Taşlarıyla
sopalarıyla üstüme yürümüyorlar. Artık o devreler geçti.
Artık beni önemsemiyorlar. Artık bizim bir şeyler
değiştirebileceğimize kanaat getirmiyorlar.
Bir garip
kalp ağrısı şimdi geriye kalan… Her hatırlayınca içimde
çöreklenen bir garip sızı… Kahramanlarımın beni baygın
yattığım kaldırım taşından kucakladıklarında midemin orta
yerinde hissettiğim ağrılardan değil bu ağrı. Bir garip kalp
ağrısı işte… Kahramanlarım yitip gitmişken ben tüm bu
yenilginin hayal kırıklığını yaşamak zorundayım. Her sabah
yatağımdan doğrulduğumda tüm kahramanlarımın ölmüş olduğunu
hatırlayıp, tüm ideallerimizin yıkılmış olduğu gerçeğini
anımsayıp olduğum yere yığılmalıyım.
Ayıldığımda
gözlerini gördüm kahramanımın. Bu gözler asla yanılmaz dedim.
Bu gözler asla yenilmez. Burnumun ucunda keskin bir zift kokusu,
damaklarımda patlayan dudağımın kanı onun gözlerini görünce
tüm acımı unuttum. Bir yarın olduğuna inandım. Damarlarımda
davanın aktığını hissettim.
O gece…
O geceden bahsetmek istemiyorum aslında. Hayallerimize ve
gençliğimize balyoz gibi inen o gecede beni nasıl sağ bıraktılar
bilmiyorum. Bildiğim tek şey, o küçük odada tüm insanlık
suçları birbirini kovalarken odada bulunan o diğer kişinin
ellerinde kan vardı. Benim kanım, kahramanlarımın kanı,
tanımadığım, tanıyamadığım, hiç tanıyamayacağım
insanların kanı…
“Ellerinde
kan var.”diyorum. Ense köküme derin bir sancı iniyor. “Ellerinde
kan var” Yere doğru kapaklanıyorum. Suratımda betonun keskin
soğukluğu… Ama hala “Ellerinde kan var.” Şakaklarımda
patlamayı bekleyen namlunun sessizliği… Yine de “Ellerinde kan
var. Kokusu asla çıkmaz.” Beni nasıl sağ bıraktılar
bilmiyorum.
Kutlamalar
devam ediyor. O gecenin canlandırması, bir müsamere… Ön
saflarda çocuklar. Yüzlerinde heyecanla karışık bir haz duygusu…
Midem bulanıyor. Renk vermiyorum ama.
Kahramanlarının
dillerinde şehitlerine methiyeler… Galiba kalbimin orta yerine
sonsuza değin mıhlanmış o düğüm yukarılara doğru yol alıyor,
kaşlarımın ortasında bir yerde göz pınarlarımı buluyor.
Koyuversem gözyaşlarımı bir şey olmaz. Başka ağlayanlar da var
nasıl olsa. Onlar kendi şehitlerine ağlıyorlar. Ben
kahramanlarıma, ideallerime, hayallerime, yenilgime, hayal
kırıklıklarıma, onların zaferine ağlıyorum. Beni neden sağ
bıraktılar? Gösteri devam ediyor. İstikamet şehitlikler…
Onların şehitlikleri, bizlerinse toplu mezarları var. Beni neden
sağ bıraktılar? Şakağımda namluyu hissettim, bir kere kan
gördüm. Beni neden sağ bıraktılar?
Kahramanımın
gözleri asla yanılmaz, asla yenilmez. O küçük odadan, sırayla
herkesin o küçük odaya alınmayı beklediği soğuk, endişenin
ter kokusuna karıştığı o izbeye doğru sürüklenirken
duyduklarımı duymazlıktan geldim. İnsanlık suçları birbiriyle
yarışıyordu. Sürgü kapının dışından sürüldüğünde odaya
hâkim o sessizlik canımı sıktı. Çok geçmeden kahramanımın
gözlerini gördüm. Kana bulanmış yüzünde korkudan eser olmayan
tek yerdi. Onun gözleri asla yanılmaz, asla yenilmez. Feri sönmüş
dahi olsa. Kapatmaya kıyamadım. Baksın istedim. Her şey bitmiş
olsa da görsün istedim. Gözü arkada kalmasın istedim.
Kalabalık
yavaştan dağılıyor. Bugünlük gösteri yeter. Eve giden yolumda
eski birkaç anıyı kurcalıyorum. Dudaklarıma bir gülümseme
yerleşiyor. Gökyüzünde her şeye inat bir kızıllık... Bir an
için unutsam tüm o diğer olanları bu birkaç anıyla evin yolunu
gözüm kapalı bulurum. Yüreğime umudu yeniden sokar, sokakta
çocuklarla şakalaşır, evde kitapların arasına gömülür,
toplanma saatinin yaklaşmasına yakın çayı demler, kapı zilinin
çalmasını beklerim. Dar sokakları arşınlarken kahramanlarımla
hararetli hararetli tartışır, başımıza geçen Cuma yediğimiz o
okkalı sopayı bile gülerek anlatabilirim. Sokakta yediğim o ilk
dayağın acısını bile unutabilirim. Çünkü benim kahramanımın
gözleri asla yanılmaz, onun gözleri asla yenilmez. Feri sönmüş
dahi olsa… Ama bir dakika… Gün onların günü değil mi? Zafer
onların zaferi, devrim onların devrimi…
Not: 2009'da yazdığım küçük bir hikayedir bu.
Not: 2009'da yazdığım küçük bir hikayedir bu.