31 Temmuz 2009 Cuma

Konuklar

Konuklar bir şeyleri alıp
bir şeyleri bırakıp gittiler
Bütün sigara tablaları dolu
fincanların kimi boş
kimi yarım
kiminde dudakların izi

Duvarda hala
o içtenmiş gibi yankılanan
çıngıraklı kahkahalar
Perdelerin kıvrımına gizlenip
seyrediyorlar hala
bırakıp gittikleri kulaklarıyla

Ah evet susturmalı şu
dönüp duran plağı da
kaçıncı kez dinlenildi bu gece
bu madeni sesli kadın
sevilen yanını da yitirdi
her yeniden döndürüldükçe

Konuklar gittiler
götürdüler çoğu sıkıntıları
yeni sıkıntılar bırakarak yerine
çın çın çınlayan bu oda mıydı
daha biraz önce
Ah evet konuklar gittiler

Şimdi hemen avuç avuç
soğuk sular serpip yüzüne
çekmeli derin derin kahkahasız havayı
Açmalı bütün pencereleri ardına dek
Gökyüzü yıldızsızmış
Olsun

Gökyüzü kadar karanlık
ve yıldızsız değil yüreği
bölüştü neyi varsa konuklarla
saklısız gizlisiz bir bütündü bunca zaman
bunca zaman acının iğnesi
çizip durdu içinin plaklarını

Açılan pencerelerden fırlayıp
giderken çın çın kahkahalar
kulaklar, süzgün gözler
ve pırlanta yüzüklü ince eller
doluyor ağır ağır bir linyit kokusu
başlıyor gezinmeye bütün köşeleri

Ah evet yine de kalmıştı
yüreğinin en kuytu yerinde
çığlığımsı kahkahaların giremediği
küçücük bir sığınak
baharı orada yeşertmekti umudu
gizlemişti bütün konuklardan

Koltuk, masa, çekmece, kitaplık
derken sızıyor o ağır linyit kokusu
yüreğinin kuytu yerine
kararıyor artık son aydınlık bölge de
başlıyor kan kusmacasına
bir baş dönmesi

Bir mal beğenircesine
gelip pazara çekmişler
bölük bölük etmişlerdi yüreğini
Konuklar! Ah evet onlar
çoktan gitmişlerdi sıkıntılarını
ve gizlerini yüklenip

Sunulucak neyi kaldı ki
pare pare yüreğinden başka
çıngıraklı
kahkahalı
yeni konuklara

Ahmet Telli/Hüznün İsyan Olur


Bazı konuklar hiç gitmesinler diye...

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Mutsuzluğumuz kadar insanız, bana mutsuzluğumu geri ver!

"Ben keyif aramıyorum. Tanrı'yı istiyorum, şiir istiyorum, gerçek tehlike istiyorum, özgürlük istiyorum, iyilik istiyorum. Günah istiyorum."
"Aslında, dedi Mustafa Mond, "Siz mutsuz olma hakkını istiyorsunuz."

Aldous Huxley, Brave New World



27 Temmuz 2009 Pazartesi

Varlığımın bir değeri olmalı...

Bir başka varoluş için yaşamak ne denli anlamlıdır? Gerçekten var olup olmadığını geçtim, sırf o öteki dünyayı düşleyerek yaşamak ve dünya hayatını bir bakıma küçümseyip onu salt bir sınav olarak algılamak, "Esas hayat ahiret hayatıdır" demek insanın bir soluk daha fazla nefes alabilmek için soğuk terler dökeceği kendi yaşamına bir hakaret değil midir? En doğru ifadeyle ya da; kendi varlığına sadakatsizlik değil midir? Sahiden varlığının hiç mi değeri yoktur ?

Corliss Lamont demiş işte: "Bu yaşam hepsidir ve yeter." Şimdi tam şu saniyede burada olmak, nefes almak, bir başka dünyanın ya da varoluşun, ebedi bir ödülün müjdesinin ya da ebedi bir azabın korkusunun dayanağı olmadan, değerlidir.

İnsan salt insan olduğu için değerli olduğu gibi, insan hayatı da salt öyle olduğu için değerlidir. Bir başka dünyanın gölgesine de, aydınlatmasına da ihtiyaç olmadan...

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Küçük Kara Balık

Ben küçük kara balık,
döndüm işte.
Gitme demiştin,
ama gitmem gerekti.
Başına buyrukluk değildi bu.
Gözlerimle görmem gerekti,
dünyanın öte ucunu.

Gittim, gördüm, yenildim ama gittim.
Ve bak işte:
Döndüm.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Tümce Kurmaca Oyunu

Bir tümce kurdum, eksik çıktı. Tüm bunları ben kurgulamadım. Mitolojik bir var oluş da değil yaşantım. Ben dünyaya geldiğimde var oldum. Öncesini de pek bilmem, tek hatırladığım bunları ben kurgulamadım. Tümce kurmaca adlı oyunu da ben icat etmedim. Ben varlığımın süreç içerisinde şekil değiştirmesine izin vermeden önce de, lisan denilen şey vardı. Tümce kurmaca oyunu işte o kadar eskidir. Ben bir tümce kurdum, eksik çıktı. Öznesiz ve yüklemsiz bir tümce olmayacağını söylediklerinde ilk gençliğimin baharındaydım. Ne özne olmak istedim ne de nesne… Hayatta illa ki bir şey olmanın gerekliliğini de çok sonra öğrendim ama hiç kabul etmedim. Kusursuz bir çağın başlangıcını müjdelediklerinde etrafımda olup bitene vakıf olmaya çalışıyordum. Lisan denilen şeyi epeyce çözmüş, tümce kurmaca oyununda hafif sıyrıklarla ayakta kalmayı başarmıştım. Eksik tümcelerimi tamamlamam gerektiğini söylediler. Dayatmaların kuşatmasında tümcelerimi temize çıkarma derdindeydim. Tamamlama sürecini hiç bitiremedim. Yeni tümcelere yeltendim. Yarıda kalan başarısız eylemlerin ardından kitaplarla oyun oynamaya başladım. Okunmuş her kitaba bir damga basarken, okumadığım bir kitaba başka bir damga basmaya başladım. Damgalar karıştı, tümceler birbirine girdi ve ben vakıf olduğum tüm öğretileri yitirdim. Ben en yükseğe uçtum atmak için bedenimi boşluktan boşluğa, çaresizliğin kollarında. Düşeceksem eğer dünyanın dibine en yüksekten düşeyim dedim. Çünkü haklı olabilirlerdi. Evet, benim tümcelerim eksikti. Ama yine de dinlenmeye değerdi.

10 Temmuz 2009 Cuma

Vietnam vs. Disneyland

Yer Vietnam sene 1972, napalm bombaları gökyüzünün derinliklerinden yeryüzünün derinliklerini sadece bulmakla kalmıyor, yeryüzünü üstündekilerle beraber yakıyor, kavuruyor. Mission completed! God bless United States of America!! Kim Phuc o esnada yanmakta olan çıırılçıplak bedeniyle koşuyor. Etrafı onun gibi niceleriyle dolu. Nick Ut o anı ölümsüzleştiriyor ve Pulitzer ödülünü kapıyor.

Nick Ut'un Pulitzer ödüllü fotoğrafı

Seneler sonra kimliği muallakta anarşist ruhlu bir sanatçı -Banksy- hınzırca sanatını icra ediyor. A work of ART! Kim Phuc'un ağlayan yüzüne, yanan bedenine inat Ronald Mcdonald 'ın ve Mickey Mouse'un yüzünden gülümsemesi eksilmiyor. Napalm bombası onlara işlemiyor. Ne de olsa Mc Donald's gibisi YOOK! İşte bunu seviyorum. Yoksa lovin' it miydi?

Yok, ben sevmiyorum, palyaçolardan da öteden beri çok korkuyorum.

Banksy'nin nice güzel işlerinden biri.