13 Temmuz 2014 Pazar

Can yeleği koltuğun altında değil!

Roma uçağını çağırıyorlar. O uçakta bana yer yok. Bize yer yok. Roma 2010'da bir yerlerde kaldı. Puslu, sarı bir öğleden sonrada. Bir daha gidebilir miyim Roma'ya? Bir kez daha... Kırılsın zaman, gitmeyeyim Lyon'a, Roma'ya gideyim.

Tek başıma yol almaktan yoruldum. Tek başıma uçaklara binmekten. Tek başıma havaalanlarında güvenlik kontrollerinden geçmekten. Tek başıma bir geceyarısı tren beklemekten. Tek başınalıktan yoruldum.

Ne fotoğraflar, ne de anılar derman. Boğazımda bir yumru var şimdi ve inmiyor. İnmeyecek de.

Roma'ya gidebilsem keşke... Her şeyin başladığı yere. Sırtımda 20 kiloluk sırt çantamla pembe başka bir valizi Tiburtina tren istasyonundan otobüs terminaline 40 derecelik güneş altında sürüklediğim o güne dönebilsem keşke...

L'Aquila'ya doğru yol alırken otobüste hop oturup hop kalksam aman ineceğim yeri kaçırmayayım diye telaşlansam sonra... Seyre dalsam dağları, ovaları, kiliseleri, yapıları, köprüleri... Önümde serili günlerin sabırsızlığıyla hayallere dalsam ve o hayalleri daha o dakika kurmamışım gibi hepsi hemen gerçek olsa keşke yeniden...

Bu göçebelikten yoruldum, üstüne göçmenlik mahvetti beni. Enlemde de boylamda da. Tükendim sanırım. Enlemde de boylamda da.

Ve hiç unutmadan hep tekrarlamalı: Can yeleği koltuğun altında değil!

6 Temmuz 2014 Pazar

tek bir vhs kasetle oradan oraya savruluyorum.

Ben bunu kitaplarda okurdum. Ben bunu filmlerde izlerdim. Ne ara benim hayatım "bu" oldu? Yine bir şehri geride bırakma vakti. Üstelik sevdiğim bir şehir dahi değil. Ama alışkanlıklar ve hiç olmayacak hesaplanmamış şeylerin bir araya gelmesi...

Hayatımı çok ciddiye aldığımı biliyorum. Oysa önemsiz birkaç gerçeklikten ibaret.

Son bir hafta en sevdiğim elbiselerimi giydim, en sevdiğim kokumu sürdüm, gözlerimden hiç eksilmeyecek hüznü göz kalemimle pekiştirdim. Ve daha birçok şey... Asla yapmam dediğim şeylerin birkaçını da yapmış olabilirim. İlk defa gamsız olmak istedim belki de... Madem dedim kendimden sürekli uzaklaşıyorum neden tüm bu çaba kendim olabilmek için. Olmadığım biri gibi davranmak belki daha kolaydır, çünkü tüm şartlar o şekilde olgunlaşmış, çünkü tüm insanlar bunun beklentisinde. Ben de zaman zaman peki dedim, mideme yeni sancılar ekledim. Tüm bunlar olurken babaanem rüyalarıma geldi.

Sevinç, hüzün, acı peşpeşe... Her seferinde kal, gitme demek istemek yersiz ama elden gelen hiçbir şey yokken elimde olan bu tek şeyden de vazgeçemem.

Kaybettiğim insanları istiyorum. Hepsini, tümünü. Geride kalan, üstüne başka anılar kaydedilen o eski anıları geri istiyorum. Çünkü yenilerinin üzerine de daha yeni anılar kaydetmem gerekecek. Bu hiç bitmeyecek. Hayat her anlamıyla dijitalleşse de anılar hala analog şekilde kaydediliyor. Tek bir VHS kasede kayıtlı sanki ömür. Habire üzerine çekip duruyoruz yeni anları. Temize çekmek diye bir şey yok! Eski anılar şeridin üstünde bir yerde bir cızırtı, ekranda izlediğinde anlık bir karıncalanma.

Tek bir VHS kasetle nasıl sürdürüyoruz ömrü? Nasıl?

Bir şehri geride bırakmak, üstelik çirkin sevmediğin bir şehri geride bırakmak sanılandan daha zormuş. Sevmediğim anlarını dahi özleyeceğimin farkına varmaksa en olmadık "plot twist" sanırım. Oysa Ankara'dan alışkındım. Ankara güzel bir şehir değildir elbet ama severdim ben her şeyiyle. Lanet ettiğim yanlarını bile aradan geçen zamanlar boyunca aradım durdum başka şehirlerde. Şimdi öyle değil ama... Şimdiki başka bir sıkıntı... Başka bir özlem... Başka bir endişe...

Veda etmeyi en iyi ben biliyorum sanırım. Hiçbir şey öğrenemediysem şu son birkaç senede hoşçakal demeyi öğrenmişimdir. Kimse hoşça kalmasa, kalamasa da...