3 Şubat 2015 Salı

Çocuk Çehresizler


Tanıyordum onu.

Salondaydım. Yerde parça pinçik gazete yığınlarının arasında gördüm. Nakliyeciler tüm salonu dolapları rafları indirmiş, harala gürele çalışıyorlardı. Şimdi artık taşınmak daha kolay. Hiçbir şeye dokunmana gerek yok. İşçiler hemen gelip salon mutfak teker teker tabak çanak artık ne varsa sarıp sarmalayıp kutu kutu paketliyor. İşte ben de aman porselenlere bir şey olmasın sakın diye işçilerin başında beklerken gazete parçalarının birinde gördüm onu. Tirajı yüksek, sansasyonu bol bir gazetenin üçüncü sayfasından salonuma bakıyordu gözlerindeki siyah bir şeritle. O siyah şeride rağmen tanıdım onu. Tanımamazlıktan geldiğim zamanlara inat tanıdım onu.

Tam bilmem kaç parçalık porselen takımının tatlı tabaklarından birine sarılıp yamru yumru olacakken yakaladım. Resminin yanına iliştirilmiş birkaç satırlık kelime yığınlarından da hemen seçtim büyük harflerle kodlanmış ismini:

G. D.

Evet G. D. Elbette G. D.

Ölmüş. Kendini öldürmüş G. D. Asmış kendini. Üç çocuğu varmış. Öyle yazıyor. Biri daha birkaç haftalık, biri iki yaşını daha yeni bitirmiş. En büyükleri okul çağındaymış. Okuldaymış o, G. kendini asarken. Gelince bulmuş. Komşulara haber etmiş hemen. Öyle yazıyor. Altı üstü üç-beş cümle, yanında oldukça eski bir vesikalığını iliştirmişler G.'nin. Tanımamak için gözlerimi kaçırdığım G. asmış kendini.

“Abla dilim damağım kurudu be. Sana zahmet bir bardak su verebilir misin açıkta kalan bardak varsa?”

“Hah, tabi tabi. Kusura bakmayın, dalmışım.”

Albümler! Su dolu sürahi ve plastik bardaklarla salona geri döndüğümde aklıma geldi albümler. Suları dağıtıp yatak odasına sıçrar adımlarla gittim, kutular aşağı kamyona indirilmeden yetiştim.

Elimdeki parça pinçik bir gazete küpürüyle elinden kaptım kutuyu. “Bunu ben kendi arabamla getireceğim. Diğerlerini indirin siz.”

Zor olmadı bulmak. O eski fotoğrafta onu bulmak yani... Mavinin tek tonunun bulaştığı fotoğrafta en arkada, en köşede mıhlanmışçasına duruyordu en çocuk halinde bile çocuk çehresi olmayan G.
G... İsminin diğer harfleri onu terk etmezden evvel dahi çocuk olmayan, olamayan G...

Ve ben orada, en önde, en ortadaydım işte beyaz dantelli yakamın iliştirildiği mavi önlüğümle. Saçlarım küt kesim ve yandan beyaz kurdelili bir tokayla tutuşturulmuş ve gülümsüyorum. G. ise en arkada, en köşede bu fotoğraf karesinden kesilmesi icap etse bir fark yaratmayacakmışçasına diğer maviliklerden ayrık, mıhlanmış gibi durmakta. Bir şaşkınlık var hiç çocuk olmamış çehresinde. Bir eksikliği kucaklıyor gibi ve gülümsemiyor. Nüfus Müdürlüğü'ne ve Nüfus Cüzdanı'nda yazanlara rağmen gülümsemiyor G.

Onu sanki koca bir hayat yaşamışçasına erkenden yaşlanmanın mahzunluğuyla en arkaya, en köşeye iten neydi; ben en önde dantelli yakam ve kurdelili tokamla şu an bile hala taşıdığımı söyledikleri silinmeyen çocuk çehremle gülümserken?

Sınıfın en arkasında en köşede otururdu G. Fazla söze karışmaz, parmak kaldırmaz, teneffüslerde koşuşturmaz, terlemezdi ama ter kokardı hep. Benden uzundu ve iriydi elleri. O iri elleriyle oyuncak bebek gibi sevmek isterdi bazen beni. Dokusu sert nasırlı ellerinden ve ter kokusundan tiksinirdim. Evet. Yalana ne gerek var şimdi? Asmış kendini G. Asmış üç çocuğu varmış ama asmış kendini.

“Abla seni bekliyoruz da sen sonradan mı gidecektin? Karşılayacak biri mi var orada bizi?”

“Yok yok. Kimse yok. Beraber gideceğiz. İniyorum şimdi.”

Elimde tek bir kutu yine bir başka dört duvara “ev” diyebilme çabasıyla arabama doğru yürüyordum. Taşın! Hep taşın! Daha çok taşın! Belki bir gün evi bulurum umuduyla hep taşın! Bu son taşınma için kanıma girense eski bir dost oldu. Bana dedi ki “Çok güzel, kutu gibi ama güzel. Hem Bahçeli'de. Sen de özlemedin mi oraları?” Kutu gibi bir eve bir dolu kutuyla sırf Bahçeli'de diye taşınıyordum işte daha fazla çocuk kalayım diye. Çocukluğumun mahallesine geri dönüyordum işte.

Aynı mahallenin çocuklarından biri kendini asmış, diğeri de biraz daha çocuk kalabilirim belki diye mahallesine geri dönüyor. Oysa G. hiç çocuk olmadı. Olmadı. Ellerinin iri olmasından ya da hiçbir zaman bir çocuk çehresine sahip olamamasından değil. Ağırbaşlılığı ya da sessizliği de değil. G. beni sevmek isterken dahi erişkinlerin dünyasına ait gibiydi. Nasıl ki bir çocuğun saçını okşarken, yanağından makas alırken, onun masumiyetine saflığına gülümserken aslında bir zamanlar sahip olduğumuz ama yitirdiğimiz çocukluğu kutsarız. G. de öyleydi işte daha 10 yaşındayken. Bense hala burada o 10'un üstüne iki tane daha 10 koymuşken belki biraz daha çocuk kalabilir miyimi kovalıyorum.

G. neden hiç çocuk olamadı? Onun çocukluğundan çaldım da kendiminkine mi ekledim kimselerin bilmediği bir düzlemde? Neden sevilecek okşanacak olan hep bendim de o nasırlı elleriyle çocukluğu yakalamaya çalışandı? Neden ben hep gülümserken o hiç gülümsemezdi?

Mavi önlükler gitti. Geriye işte bir fotoğraf kaldı herkesin içinde olduğu. Kimisinin ismini de simasını da sonradan unuttum ama G.'nin adı unutulur cinsten değildi. Siması da...

Onu sonra bir sefer daha gördüm. Tek bir sefer... Ben parktan çıkıyorum annemle birlikte. Eve gitmeden halamlara gidelim diye diretiyorum. Olmaz diyor annem doğru eve. Sonra parkın girişinde gördüm G.'yi. Hemen gözlerimi kaçırdım, kafamı çevirdim. Önünde sattıklarına bakmadım bile. Oyuncak mıydı kağıt mendil miydi bilmiyorum. Ama o gördü beni. Gördü. Oturduğu hafif yüksek taştan doğrulur gibi oldu. Ben kafamı çevirince gerisin geri oturdu yerine. Başı öne eğildi. Sonra çıktık sokaktan Bahçeli'nin başka sokaklarına doğru kaybolduk. Anneme biraz da utanarak dedim ki G. vardı orada. Benim annem “sınıf annesi” ya tüm öğrencileri ve öğrencilerin velilerini bilirdi. Annem “Hani nerde? Niye konuşmadın?” diye çıkıştı önce. Dudağımı ısırdım. Omzumdan tuttuğu gibi çekti beni sürükleye sürükleye, iteleye iteleye geri götürdü parka.

Yoktu. Parkın girişine serdiği bezi üstündekilerle toplayıp gitmişti. Parktan çocuk sesleri geliyordu. G.'nin hiç sahip olmadığı çocuk sesi.

Arabayı park ettim. Kamyon peşisıra durdu. İşçiler eşyaları birer birer indirmeye hazırlanmaya başladı.

“Kaçıncı kattı?”

“Önce koltukları çıkaralım bir elden bitiversin.”

“Asansörlü değil mi? Sığar mı buzdolabı?”

“Abla buralar da hiç değişmiyor ha. Güzel semt hakikaten. Hem merkezi hem sakin.”

“Park var ama çoluk çocuğun sesi direk evin içinde. Kafa beyin bırakmaz.”

“Oğlum size mi kaldı? Işinizi yapın siz!”

Fatih Terim Parkı'nın hemen karşısı. Yorgunluktan teri terine karışmış kara gözlü işçi haklıydı. Buralar hiç değişmiyordu. Çocuk sesleri eksilmemişti. Değişmemişti de. Yukarı çıkıp kapıyı açmadan önce elimdeki gazete küpürüyle parkın girişine diktim gözlerimi. Bir başka “çocuk çehresiz” çocuk yine o taşa oturmuş yine boynunu eğmişti. Önündeki serili bezde ne var diye baktım bu sefer. Kağıt mendil.
Olur da belki silik bir gülümsemesini yakalarım diye dikkatlice diktim gözlerimi dudaklarının bitip yanaklarının başladığı yere. Hayır. Gülümsemedi.

Nitekim G.'yi de gülümserken hiç görmedim.